AçıklamalarımızManşet

2015-2016 Eğitim-Öğretim Yılı I. Dönem Değerlendirmemiz

2015-2016 Eğitim-Öğretim Yılının I. Dönemi sona erdi.

Öğrenciler, öğretmenler ve veliler bu dönemde de hem eğitim sisteminin yapısal özelliklerinden, hem işleyişten, hem de ülkemizin geçtiği ağır siyasi atmosferden kaynaklanan sorunlar yumağı ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Çatışma bölgelerinde hayat da,  eğitim süreci de alt üst oldu

Bir türlü çözüme kavuşmayan, adil ve hakkaniyetli sonuca ulaşmayan Kürt Sorunu, geldiği aşama itibariyle şehirleri de içine alan bir çatışma sürecine evrilmiştir. Hayatın birçok alanını doğrudan etkileyen, birçok şehirde çatışmalar ve sokağa çıkma yasaklarıyla halkımızı canından bezdiren son süreç eğitim hayatını da ister istemez doğrudan etkilemiştir.

Sur, Silopi, Nusaybin, Cizre gibi şehirlerden öğretmenlerin çekilmesi, okulların savaş merkezlerine dönüşmesi, yine okullara bazen boşken bazen de öğrenciler varken patlayıcıların atılması büyük bir kaotik tablo olarak hafızalara kazınmıştır.

Sürekli bir çıkmaz sarmalına itilen mesele, adil bir sonuca ulaştırılmadığı taktirde hem bölgenin hem de ülkenin bütün alanlardaki işleyişini sarsmaya devam edecektir. Eğitim alanında yapılanlar ve yapılmayanların Kürt Sorununun ulaştığı toplamda önemli bir payı ve etkisi olduğu açıktır. Sembolik düzeydeki bazı düzenlemelerin dışındaki temel meselelerde ısrarla herhangi bir adım atılmamaktadır.

Ana dilde eğitim sürekli olarak gündem dışında bırakılıyor. Kürtçe’nin seçmeli ders olarak okutulabileceğine dönük uygulama ana dillerini seçmeli okuyan bir öğrenci kitlesi oluşturmuştur ki bu garabet asla kabul edilemez. Kendi halkının ana dilini yasaklayan bir devletin barış ve huzur ortamını sağlayabilme şansı olamaz.

Müfredatın farklı kimlikleri yok sayan, Türk ulusçuluğuna dayalı programı maalesef alabildiğine devam etmektedir. İlkokuldan liseye kadar ders kitaplarındaki metin ve görseller bu anlayışı fazlasıyla ihtiva etmekte, neredeyse 1930’lu yılların zihniyetiyle öğrencileri biçimlendirmeye çalışmaktadır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki son yıllarda verilmek istenen değişim dönüşüm iddiaları temelsizdir, kimlik dayatan, faşizan eğitim anlayışıyla aynıyla geçerlidir.

Bu vesileyle ders kitaplarının, ders müfredatlarının ideolojik dayatmalardan, farklı dini ve kavmî yok saymalardan arındırılması ve bu vesileyle halkımızdan özür dilenmesi gerekmektedir. Allah’ın dil ve renklerimizi, kavmi farklılıklarımızı varlığının bir nişanesi olarak farklı yarattığını beyan etmesine kulak vermeyenler büyük bir hata ve zulüm içerisinde olmaya ve toplumsal fitnenin önünü açmaya devam edeceklerdir.

Ayrıca mezkur çatışma bölgelerinde eğitimleri aksayan, TEOG gibi merkezi sınavlara giremeyen ya da zaten bu sınavlara yeterince hazırlanamayan öğrenciler için pozitif ayrımcılık uygulanmalı, öğrencilerimiz, talepleri doğrultusunda uygun liselere yerleştirilmelidir.

Rekabetçi, piyasacı anlayış genişleyerek sürüyor, anlamsızlık batağı derinleşiyor

Ülkemizdeki eğitim anlayışı hakikat temelinden hızla uzaklaşmaktadır. Rekabetçi anlayış Bakanlığın görev tanımından başlayarak en alt birimlere kadar sirayet etmiş durumdadır. Bütün ders öğrenme ve geçme mantığı bu anlayış üzerine bina edilmiş, öğrenciler son derece sığ bir yaklaşımla dersleri araçsallıştıran kapitalist modelin esiri olmaya devam etmektedirler.

Dersanelerin önemli oranda kapatılmasıyla okullar dersaneye dönüşmüş, hafta içi yoğun ders saatlerine muhatap olan öğrencilerimizin elinden hafta sonları da alınmış, hayata ilişkin herhangi bir bağları neredeyse kalmamıştır. Aynı dramatik süreç öğretmenler için de fazlasıyla yalıtılmış bir hayata maruz kalmaları bakımından geçerlidir.

Dersanelerin dönüşmesi sonucu ortaya çıkan Temel Liseler, hızla piyasalaşan eğitim sürecinin açık kanıtı olmuşlar ve yukarıda değindiğimiz hakikatsizlik sürecini hızlandırmışlardır. Özellikle Kamu Personel Rejiminde yapılması gereken dönüşümle kamu çalışanlarının, dolayısıyla da öğretmenlerin de iş güvencesinin ortadan kaldırılması, bütün okulların temel lise modeline göre yeniden yapılandırılacağı ve bu suretle eğitimin kökten piyasaya devredileceği yakın gelecekte kuvvetle muhtemeldir.

Zorunlu eğitim kaldırılmalıdır. Yukarıda değindiğimiz ideolojik dayatmaların da temel gerekçesi olan Tevhid-i Tedrisat son bulmalıdır. Bu vesileyle eğitimdeki devlet tekeline son verilmeli, kişi ya da toplulukların eğitim verme organizasyonlarının önündeki yasaklar kaldırılmalıdır. Öğrenciler ve öğretmenler patronların, sermayenin hizmetkârı ve devletin ideolojik potansiyeli değildir. Okuma, hayatı bütün boyutlarıyla anlama süreci bir hakikat yolculuğu olarak görülmeliyken modern eğitimin bahsettiğimiz amaçlarıyla iyice yozlaştırdığı insanımız büyük bir çıkmaza sürüklenmektedir.

Bu mantık doğrultusunda uygulanan ortak sınavlar öğretmen özgünlüğünü yok etmekte, YGS, LYS, TEOG gibi tek tipçi sınav anlayışını yazılı sınavlara kadar indirgemektedir. Farklılık, özgünlük bu sınavlar marifetiyle yok edilmiş, performansa dayalı, yarışçı atmosfer okulları tümüyle esir almıştır. Sanatın, düşüncenin, eleştirinin, yaratıcılığın iklimi okulları, bir bütün halinde eğitim sürecini koşar adım terk etmektedir.

Serbest piyasacılığın kuşattığı bir eğitim sisteminde, insani ve ahlaki değerler yerine resmi ideolojinin rengini verdiği bir din öğretiminin yaygınlaştırılması da beyhudedir. Eğitimdeki anlamsızlık bataklığını kurutmanın yolu, daha çok imam-hatip okulu açmak ya da daha çok çocuğu bu okullara yönlendirmek değildir. Mevcut öğretim programlarıyla ve hakim pedagoji ile bu okullar, sadece mevcut iktidar mücadelesinin çarpık bir aracına dönüşmekte, gösterişçi ama İslami açıdan muhteviyatsız bir dindarlık gelişmesine katkı sağlamaktan başka bir sonuç üretmemektedir. Yine bu süreçte, birçok okulun, velilerin taleplerine rağmen imam-hatip okuluna dönüştürülmesi de, toplumdaki ayrışmayı derinleştiren yanlış bir uygulama olarak sorun teşkil etmektedir.  

Din öğretimiyle ilgili iktidar politikalarına dönük son dönemdeki eleştirilerin giderek kimlikçi bir boyut kazanması, bazı sendikaların eleştirilerinin hedefini tamamen dini eğitimin ve hatta İslam’ın kendisine yöneltmeleri de kesinlikle başka bir yanlıştır. İktidarın eğitime tektipçi bir kültürelliği hakim kılma çabasına karşı başka tektipçi ve yasakçılarla karşı çıkmak, çözümün değil sorunun bir parçası olmaktır. Eğitim sisteminin özgürleşmesi, toplumsal taleplerin eğitim sisteminde kendi hakkının karşılanmasını gerektirir, egemen grupların tekelinin kurulmasını ya da eğitimde tekel oluşturma mücadelesinin sürmesini değil.

Üniversiteler siyasetin egemenlik arenasına dönüştürüldü

Her zaman siyasi tartışmaların odağında bulunan üniversiteler bu dönemde de temel gündem maddesi oldu. Özellikle yine Kürt Sorunu çerçevesinde ve son dönemdeki çatışma dolayımında bir grup akademisyenin yayımladığı bildiri çokça tartışıldı, birçok akademisyen takibata uğrayıp işinden atıldı.

Biz bu konudaki açıklamamızda da değindiğimiz gibi, içeriklerine katılınsın ya da katılınmasın herhangi bir açıklama ya da bildiri nedeniyle böyle yüksek perdeden bir linç kampanyasını asla kabul etmiyoruz. Bu tarz linç kampanyaları zaten gergin ülke atmosferini daha da boğucu hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Ayrıca akademisyenlerin bu yüzden işten atılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Bunun açık bir 28 Şubatçılık olduğunun bir kez daha altını çiziyoruz. Kimse insanları açlıkla terbiye ederek ilahlık taslayamaz. Ululanmak insanın haddi değildir. Allah’ın Rezzak sıfatına haiz olduğunu düşünenlerin siyasetinde sağlık bir toplumsal işleyişin var olabilme şansı yoktur.

Birkaç yıl önce gündeme gelen, bir müddet tartışılan üniversite-YÖK reformuna ilişkin tartışmalar YÖK tarafından tekrar başlatıldı. İlk olarak üniversitelerin iktidarların arka bahçesi olarak ikame edilmesi kabul edilemeyeceğini; bu temel ilkeyle beraber sermaye sahiplerinin üniversite bünyesinde yer alarak üniversiteyi sermayenin hedefleri doğrultusunda koşturmasına da muhakkak itiraz edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu iki ölçütte ısrarlı olduğumuzu ifade etmek isteriz.

YÖK’ün kaldırılması, öğretim elemanı alımlarında şeffaflık ve hakkaniyetin sağlanması, üniversite hocalarının ve öğrencilerin siyasi baskıdan uzak bir ilim, düşünce ve sanat ortamında bulunabilmeleri hakikat yolculuğunun emniyeti için zorunludur.

Eğitim meselesi genel siyaset ve atmosferden bağımsız değildir

İlkokuldan üniversiteye milyonlarca öğrencinin, veli ve öğretmenin içinde yer aldığı eğitim süreci genel siyasi politikalardan elbette bağımsız değildir. Siyaset ve sermaye çevrelerinin egemenleri, bu devasa alanı kendi zihniyetleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışıyor ve bu alana daimi operasyon yapıyorlar.

Bir özgürleşme ve hakikatle tanışma süreci olması gereken eğitim alanının kuşatılma halinin sürmesi doğrudan siyasi süreçle irtibatlı görülmesi nedeniyledir. Rekabetçi anlayıştan, şovenist müfredatlardan beklenen şey bahis mevzuu çevrelerin amaçlarına muvafıktır. Bu gerçeğin görülmesi ve eğitim meselesine bu çerçeveden bakılması gerekmektedir.

EĞİTİM İLKE-SEN