Eleştirel Pedagoji

Dilleri rahat bırakın!

“Dil” der bir Alman filozof, “varlığın evidir.”

“İnsanların evi” de, der başka bir filozof, “dünyaya açılır.”

Ne demek şimdi bu sözler?

Benim anladığım şu:

İnsanı diğer varlıklardan farklı kılan düşünmedir.

Düşüncenin evi de dildir ve düşünmek, ifade etmekten koparılamayacak bir şeydir.

İnsan, konuştuğunda kendi varlığını diğer varlıklara açmış olur, düşündüğünü ifade ettiğinde sizi evine misafir etmekle kalmaz, kendi evini de dünyaya açmış olur.

Bu bağlamda dil, insanın varlığını ifade ve ispat imkânıdır.

Haliyle bir dili yok etmeye çalışmak ya da onu saymak, bir insanı ya da o dili konuşan tüm insan varlığını, halkı yok etmeye kalkışmaktır.

Başka bir yönüyle de Allah’a meydan okumaktır.

Çünkü diller, Kur’an-ı Kerim’deki Rum suresinde yer alan bir ayette bildirildiği üzere Allah’ın ayetleridir.

Allah, insanoğlunu farklı dillerde ve renklerde yaratmıştır ki, birbirini tanısın ve birbiriyle kaynaşsın…

Biraz olsun Allah’ın bu mesajını düşünün bir insan, kendi konuştuğu dili üstünleştirmenin ya da kendi dilinden başka dilleri yok saymanın Allah’ın bu konudaki muradına karşı çıkmak olduğunu anlayacaktır.

İşin bu kısmı, yaşadığımız topraklardaki önemli bir siyasi soruna temas ediyor, farkındasınız değil mi?

Ne demek istiyorum?

Şunu: Kürtçe de Allah’ın bir ayetidir, tıpkı Türkçe, Lazca, Abhazca, Gürcüce ya da diğer diller gibi.

Lakin mevcut egemen sistem, kuruluş döneminden bugüne Anadolu’daki dillerin zenginliğine karşı amansız bir mücadele başlatmıştır.

İlk olarak resmi dil kabul ettiği Türkçe dışındaki tüm diğer dillerin varlığını kamusal alanda reddetmiştir.

Bununla da yetinmemiş, Türkçe’deki kelimelere de kültürel bir savaş açmıştır.

Batılılaşma ve halkın geçmişle tüm irtibatını koparma adına kanun zoruyla alfabe değiştirilmiş, dilde tasfiyecilik başlatılmış ve tüm bu resmi politikalar neticesinde dilde, düşüncede, kültürde çok ciddi bir gerileme, yozlaşma ve yoksullaşma başlamıştır.

Tam da bu noktada hemşehrimiz Necati Mert’in Kelepir Sepeti adlı kitabıyla ilgili bir röportajında geçen şu bölümü hatırlatmadan geçemeyeceğim:

“Dil milletindir… Devletin değil.

Sınıfın değil.

Kurum ve kuruluşların ve kendilerini adeta “Dil Güvenlik Kurulu” üyeleri gibi gören isimlerin de değil –velev ki dil bilgini olsunlar.

Bilgine düşen, milletin ağzındaki dili tasvir etmek, olup biteni tanımlayıp kavramlaştırmaktır.

Dil, bu hürriyet içinde canlanır.

Bir de resmi dil dışındaki dillere getirilen yasak var ki yozlaşma pek masum kalır sonuçları yanında.

Bizim Adapazarı’nda on yedi dil konuşulurdu çocukluğumda, bugün hiçbiri yok.”

Evet, bugün şehrimiz de dâhil olmak üzere birçok yerde onlarca dil unutulmuşsa, Kürtçe başta olmak üzere birçok dile kamusal alanda getirilen yasaklar, baskılar ve hatta acımasız cezalar yüzündendir.

Geçmişin yanlışlarının bugün devam ettirilmesinin ise kabul edilebilir bir tarafı olamaz.

 

Bu sebeple okulda herkesin ana dilinde öğrenim görmesinden tutun, kamusal alanda her türlü hizmetin alınıp-verilmesine kadar bütün imkânların bir an önce sağlanması şarttır.

Bunun için de öncelikle devlet yönetiminde; dini, dili, tarihi, düşünceyi ve edebiyatı kendi resmi ideolojisine uygun olarak yeniden üreten, bu süreçte tahrif ya da tahrip edemediğini de inkâr eden mevcut tektipçi anlayışın yerine halkın farklılıkları ve talepleri esas alınması gerekmektedir.

Bu aynı zamanda Hakk’ın maksadına da uygun düşecektir.

Niye mi?

Sanırım Rum Suresi’nin 22. ayetini doğrudan alıntılarsam daha iyi olacak…

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”

Evet, bu konudaki ayeti de işittiniz.

Artık ister itaat edin, isterseniz de milliyetçi reflekslerinizle isyan.

Benim inancıma göre karar sizin, hüküm ise Allah’ındır…

BEYTULLAH ÖNCE

Kaynak: Sakarya Yenihaber