Eleştirel Pedagoji

Eğitim, Toplum Mühendisliği Teknolojisidir

Davranışlarımız; düşüncelerimizi dayandırdığımız temel-kurucu-felsefi değerler sisteminden beslenir. Bir davranışı yapmadan önce o davranışın düşüncesi oluşur.

Bu bir döngüdür; önce düşünce sonra eylem. Düşünce oluştuktan sonra davranışın doğmasına ihtiyaç duyulan gerekli adımlardan biri atılmıştır denebilir.

Bir davranış, kendisini harekete geçirecek düşünce oluştuktan sonra eyleme geçmek için bir fırsat kollar. Bu nedenle düşünceler konuşmaların ve davranışların temelini oluşturur.

Toplum için de bu döngü geçerlidir. Bir toplumun değerleri görenekleri ve gelenekleri o toplumda yaşayan bireylerin davranışlarına bir tütsü gibi siner. Âdetler ve gelenekler uygulanır ve kimse neden böyle diye sorgulamaz; çünkü bu verili bir davranışlar bütünüdür. Sorgulanmaz ve uygulanır. Toplumun bireyleri bu verili davranışları sorgulamadan kabul etmiştir. Bu zihinsel altyapıyı öğrenmeye de çalışmaz. Çünkü bu, toplumun düşüncesidir. Nasıl ki birey davranışlarının temelinde düşünce varsa toplum davranışlarının da temelinde bir düşünce vardır.

EĞİTİM NE İÇİN OLMALI?

Bu düşünsel altyapının öğrenilmesi için bireylerin ayrıca bir çaba sarfetmesi de gerekmiyordur. Çünkü toplumsal kültür, bireylerin yaşadığı toplum içinde, deneyimle edindiği bilgiye işaret eder. Bu kültür davranışlara sinmiş halde toplumun zihinsel altyapısında bulunmaktadır ve toplumsal kültürün dayandığı altyapı ne kadar felsefi ise o toplumun tüm kurumları da bu felsefi yapıdan o derece etkilenir.

Toplumsal kültürün oluşması mahalle ve sokakla sınırlı olursa o kültürün sokak kültürüne dönüşmesi kaçınılmaz olur. Okul; bu kültürün felsefileşmesine katkıda bulunma ödevindedir.

Eğitim sistemimizi sadece okulla sınırlı düşünmek temelde yanlış olur; çünkü okula ve eğitime toplum bireylerinin verdiği anlam eğitim süreçlerinin kalitesini de etkileyecektir. Öğrenci okul dışında bir de mahalle ve ev içinde vaktini geçiriyor. Bu iki unsur okul kadar ve hatta nispeten okulu aşan bir öneme sahiptir. Öğrencinin yaşadığı aile ve mahalle; öğrenci için okuldan daha fazla önemi haiz ise öğrencinin okulu önemsemesi de düşünülemez.

Eğitim ve öğretim faaliyetleri, bireylerin sadece para kazanmasına, bir meslek edinmesine ve toplumun maddi refahına katkıda bulunmasına yardımcı olan iş ve insan gücünü üreten bir sistem olarak düşünülüyorsa, bu sistemin felsefi bir sistem olduğunu düşünmek pek doğru olmaz.

Eğitim-öğretim faaliyeti bireylerin kişilik özelliklerinin oluşmasına ve toplumun kaliteli bir ferdi olmasına katkıda bulunmak amacıyla düzenlenmelidir; bireylerin geleceklerinin oluşması ve maddi refaha kavuşacakları bir gelir elde etmeleri bu eğitim-öğretim faaliyetlerinin doğal bir sonucudur. Bilgi edinmenin tek ve nihai amacı maddi refah olmamalı. Tek önemli değerimiz para ve maddi refah olursa toplum olarak değerimiz de maddi refahımız kadar olacaktır. İlerleme mitinin bize yapıştırdığı en büyük yafta; çirkin olduğu kadar nezaketi de elden bırakmayan ve kibarımsı bir ifade olan ‘Gelişmekte Olan Ülke’ payesidir (!)…

Bilgi doğal bir sonuç olarak parayı ve gücü beraberinde getirir. Unutulmamalıdır ki, yaşadığımız zamanlar bilginin para ve güç kazandırdığı zamanlardır. Bireylerin bilgi edinme amaçları servet pastasından daha çok pay kapmak olmamalıdır.

HAKİKAT KRİZİ VE TEKTİPLEŞTİRME

Toplumdaki siyasal ve toplumsal gelişmeler, kırılmalar, devrimler, bunalımlar, siyasi ve ekonomik krizler bireylerin psikolojik durumlarını doğrudan etkileyerek toplumsal hafızada travmalara zemin hazırlar. Bireyler bu travmalardan kendilerini ari kılamazlar. Bu kırılma noktaları bireylerin tasavvurlarını deforme ederek hakikati anlamalarının önüne perde çekmektedir.

Meselenin bu anlattığımız yönü pek önemsiz ve/veya sorun çözmeye yönelik saptamalar olmaktan uzak görülebilir. Bu bahsettiğimiz sorunlar eğitim sisteminin samimiyetini içten içe zedelemekte/zehirlemektedir.

Potansiyel olarak toplumun damarlarında mündemiç bulunan ‘benzeşme potansiyeli’; bireylerin dış dünyadan ve yaşanan krizlerden ve birbirlerinden etkilenerek, sanki yekpare bir hakikat ortaya koyuyormuşçasına eğitim ve öğretim süreçlerini anlamlandırma hususunda aynı şeyleri düşünmelerine neden olur. Bu durumda bireyler; ‘herkesleşmenin’ sessiz kucağında uyutulur.

Eğitim sistemi bireylerin gerçekten birey olmalarına izin vermiyorsa ve eldeki kumaş; bir ideolojinin paradigmasının idamesini sağlamaya yarayan ‘taze kan merkezi’ mesabesinde görülüyorsa o kumaştan vücudumuza estetik bir hava katmasını bir yana bırakın bizi ayıptan kurtaracak bir elbise beklememiz dahi hayal olacaktır.

Eğitim sistemimiz içerdiği ideolojik yapıyı toplumun fertlerine benimsetmenin ve bireyleri o yapıya eklemlemenin/onları değiştirmenin ve dönüştürmenin bir yolu olarak işlev görüyor.

Toplum mühendisliği çalışmalarının en önemli parçası eğitim sisteminin unsurlarıdır. Öğrencilerin farklı düşüncelere sahip olmalarının suç olarak görülmesi ve böyle bir muameleye maruz kalması bunu düşündürmektedir.

Örneğin 12 Eylül 1980 ihtilali sonrasında gençlerin depolitize olması ve bu depolitizasyonun yukarıda bahsettiğimiz bilgi edinmenin nihai amacının maddi refah olmasıyla yakından ilintili olduğu unutulmamalıdır. Bu zihniyetin oluşmasında ekonomik ve sosyal krizlerin etkisi büyüktür fakat dikkat edilmesi gereken nokta, devlet eliyle bu zihniyet değişiminin uygulamaya konulmasıdır. Örneğin 80 sonrasında zorunlu din dersi konulmuştur. Bu dersin temelinde açıkça hissettirilen sünni/milliyetçi/ılımlı dindarlık motifi dikkat çekici değil midir?

 Bireyler yaşanan krizlerden aldığı dersler dolayısıyla ‘ehlileşmek’ ve kurulu sistemle ‘aynı fikirde olmak’ mecburiyetinde hissediyor. Bu da birçok sorunun oluşmasına ve var olan sorunların kangrenleşmesine neden oluyor.

MUSAB KIRCA

Kaynak: Yeni Şafak