AçıklamalarımızManşet

Kapitalist talana karşı tabiatı, hayatı ve insanı savunuyoruz

Taksim Gezi Parkı’nın doğallığının yok edilerek betonlaştırılmak istenmesine karşı gösterilen tepkiler, hükümetin verdiği sert karşılık neticesinde büyümüş, ciddi bir öfke patlamasına dönüşmüştür.

Yaşanan gerilimin birçok boyutu bulunmakla birlikte, iç içe geçmiş bu süreçleri doğru tahlil etmek gerektiğini düşünüyoruz.

Sürecin başlangıcında merkezi bir yer teşkil eden Gezi Parkı, kentleri ve tabiatı yağmalayan kapitalist hırslara verilmek istenen son kurban olarak sembolik bir değere sahiptir. Ağaçların sökülmesine ve dozerlerin girmesine karşı ilk günlerde sergilenen direniş gerçekten son derece anlamlıdır, önemlidir. 

Kapitalist yağma politikalarını tam karşısında durmayı ilke kabul etmiş sendikamız, bu noktada hayatı, insanı, şehri ve tabiatı savunan girişimleri desteklemektedir. Gezi Parkı’ndaki göstericilere, güvenlik güçleri tarafından sabahın erken saatlerinde yapılan baskınları, çadırları yakarak oradaki insanları ve doğayı ateşe atan şiddeti ise açık şekilde kınamaktadır.

Söz konusu şiddetli müdahale sonucu kitleselleşmeye başlayan ve 70’e yakın şehre yayılan gösterilere, polisin her defasında yoğun ve sürekli olarak gaz bombalarıyla, insanları doğrudan hedef alan gaz tüfekleriyle, tazyikli sularla ve panzerlerle son derece sert müdahaleler gerçekleştirmesi, öfkenin yükselmesine yol açmaktadır. Yüzlerce kişi yaralanmış, maalesef can kayıpları da yaşanmıştır.

Gösterilere ve göstericilere yönelen bu yoğun şiddet ve baskı, yaşanan toplumsal kutuplaşmayı bir kez daha tetiklemiştir. Hükümet yetkililerin yaptığı tahrik edici açıklamalar ve halkın kendiliğinden gelişen tepkisini kendi lehine çevirmek isteyen bazı muhalefet partilerinin pratikleriyle birleşince, süreç farklı çevrelerin, farklı gerekçelerle siyasi iradeye karşı biriken öfkesinin dışavurumuna dönüşmüştür.

Süreci yakından takip eden sendikamız, gelişmelerin bu hale gelmesinde en büyük sebebinin son derece sert, ölçüsüz ve kontrolsüz müdahale olduğu görüşündedir. Diğer taraftan halka ait alanların ve araçların tahrip edilmesi, bazı göstericilerin başörtülü kadınlara dönük menfi davranışları ve ayrımcı sloganlar gibi olumsuzluklar ile sürecin başında oluşan ortaklaşma ve dayanışma zemininin tahrip edilmesinden de rahatsızlık duymaktadır. Böylesi bir zeminde, Hükümet’in ateşe barutla giden bir gerilim stratejisi uygulaması da tasvip edilemez.

Eğitim İlke-Sen olarak toplumu “yüzde elli yüzde elli” gibi bölüp kutuplaştıran siyasi bir yaklaşımın, gösterilerin giderek kimliksel bir çatışmaya dönüştürdüğüne dikkat çekmek istiyoruz. Kendisinden olmayana yönelik her türlü muameleyi reva gören, “ben yaptım olducu” bir egemenlik anlayışı, hiçbir şekilde topluma hizmet etmemektedir.

Hükümet öncelikli olarak kutuplaştırıcı ve tahrik edici söyleminden, eyleminden vazgeçmeli, güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddete son vermelidir. İnsanların gösteri hakkına riayet etmelidir. Müdahaleler sırasında yaralananlardan özür dilemeli, zararlarını tazmin etmelidir. Aksi takdirde yaptığından geri durmayın yöneticilerin, halka “itidal çağrısı” yapmasının bir anlamı olamaz.

Eğitim İlke-Sen olarak, gerek şiddet gerekse medya manipülasyon ile tartışmanın özünün unutturulmak istenmesine de kesinlikle göz yummayacağız.

Unutulmaması gerekir ki, bu sürecin merkezinde, devletin kamusallığını yok ederek onu kapitalist sermayenin güvenlik aygıtına dönüştüren neoliberal politikalar bulunmaktadır. Anadolu’yu baştan başa teslim alan HES inşaatlarından, kentsel dönüşüm çalışmalarına, şehirlerin içinde yaşanan mekansal ayrışmalardan nükleer santrallere varana kadar yeryüzünü ifsat eden neoliberalizmin, İstanbul’u da bir rant kaynağı, deposu ve malzemesi olarak görmesi vardır.

Ağacın, parkın olmadığı; her köşe başını AVM ve rezidansların doldurduğu bir şehir yaşanılır olamaz. İnsanı değil de rantı önceleyen bir siyaset insani ve İslami olamaz.

Şehirleri fethedilip yağmalanacak bir zenginlik olarak gören kapitalist anlayışa karşı kim olursa olsun karşı duracağımızı bu vesile ile bir kez daha beyan ediyoruz.

AKP neoliberal politikalar üzerine kurulu bir parti. İnsani, toplumsal, doğal olan her şeyi ticarileştiriyor. Çılgın projelerle hem tabiatı yağmalıyor hem ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yerel ve küresel sermayenin talanına açıyor. Bizim itirazımızın temelinde bu kapitalist talan düzeni yer alıyor.

Nitekim Topçu Kışlası’nın yapılacağı da, Gezi Parkı’nın yeşilliğinin yok edileceği de aylardır bilinen bir gerçek. Karşı çıkışın merkezinde işe bu gerçeğin yer alması, toplumsal muhalefetin bu alanda doğru ve kuşatıcı bir şekilde yükselmesi ve kimlik savaşına dönüşecek hatalara düşülmemesi herkesin yararına olacaktır.

Böyle bir vasatta, İslami kamuoyunun yağmacı politikalara ses etmemesini de doğru bulmuyoruz. Hükümet’in gerilim politikalarına karşı her defasında “karşı kutup” bahanesinin ileri sürülerek mesafe alınmasının, yalnızca mevcut düzenin işine geldiğine dikkat çekmek istiyoruz.

Toplumu “biz ve onlar” şeklinde algılamanın ve herkesi ilgilendirecek konularda dahi sağcı-devletçi bir çizgiye gelen bir tutum takınmanın geleceğimiz açısından telafisi zorlaşan bir hata olduğunu düşünüyoruz. Son süreçte bir kez daha gözlemlediğimiz bu durumu hüzünle takip ettiğimizi belirtmek istiyoruz.

Eğitim İlke-Sen olarak parkı ve ağacı savunan insanlara yapılan müdahaleyi kınıyoruz.

Gezi Parkı, İstanbul halkına aittir.

İstanbul halkının AVM’lere değil, ayaklarını toprağa basabilecekleri alanlara ihtiyacı vardır.

Yetkililer bu gerçeği göremedikçe Gezi Parkı’nda başlayan direniş devam edecektir.

EĞİTİM İLKE-SEN

İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Dayanışma Sendikası

 

10 thoughts on “Kapitalist talana karşı tabiatı, hayatı ve insanı savunuyoruz

  • Ben Gezi Parkı olayları ilgili bir kısım Müslüman yazar, edebiyatçı ve düşünürün ve bizim sendika kurucularından bazı arkdaşların da içinde bulunduğu dostların yaptıkları istişare sonucu yayımladıkları şu bildiriyi çok yerinde ve isabetli buluyorum. Bence “Gezi Parkı oalylarına tam olarak nasıl bakmalıyız” sorusunun cevabı bu metindir: Taksim Gezi Parkı’nı dönüştürme, AVM’yle, otelle doldurma yönündeki niyetin şehri rant alanı olarak düşünmekten kaynaklandığını biliyoruz. Dönüştürülen her kentsel alanda paranın gücüne dayanan belki biraz muhafazakar, biraz modern ama yeni ve seçkin yaşam kültürlerine yer açılmaya çalışıldığını da görüyoruz. Ayazma’da, Sulukule’de ya da Tarlabaşı ve Taksim’deki kentsel dönüşümün, şehrin yoksullarının ve diğer sakinlerinin yaşamında iyileştirici hiçbir etkisi olmadığı gibi onları sadece öfkelendirdiğine şahit oluyoruz.

    Bu değişimin zorbalığına muhalefet edenler daha önce yalnızlaştırılmıştı. Gezi Parkı’nda sesi daha gür çıkan ve sahiplenilen bir muhalefet ortaya çıktığında ise bu başarılamadı. Şehrin merkezinde bulunan, şimdiye dek ancak yoksulların altında barındığı ağaçları korumaya çalışan insanlar, bu yeşil alanın kendilerine sorulmadan paraya tahvil edilmesine itiraz ettikleri için devlet kibrinin en sert yüzüyle, tahkir edici bir polis şiddetiyle buradan atılmaya çalışıldılar. Oysa daha önce gayet makul taleplerle ve meşru yollarla bu parka dair fikirlerini duyurmaya çalışmışlardı. Fakat kimseyi dinlemek sorumluluğu hissetmeyen, semboller üzerinden çatışan Kemalist iktidar dilini devralıp bu dili sürdürmeyi tercih eden muhafazakar iktidar partisi bu sesleri duymadı. Makul ve meşru her eylemin polisin şiddetiyle bastırılması alışkanlığı insanları daralttı ve öfkenin hakim olduğu bir siyasi iklime çekti. Daha önce hiç görmediğimiz yaygınlıkta kendiliğinden birleşen bir muhalefet bloğu yeni bir muhalefet tarzıyla kendini açığa vurdu.

    Henüz 28 Şubat darbecilerinin yaptıkları hafızalarda çok tazeyken ve yapılan zulümlerin hesabı sorulmamışken, mazlumların sesi olma iddiasıyla iktidara gelen bir partinin benzer bir hoyratlıkla davranması, hukuksuzluğun yeni ellerde devam ettiğinin göstergesidir. Bu nedenle son on altı gündür yaşanan gerilimlerin esas müsebbibi; halkı dikkate almadan şehri dönüştürmeye kalkışanlar ve polis şiddetinin kontrolsüz kullanılmasını emredenlerdir.

    Biz insanların kendi hayatlarına dair alınan kararlara müdahil olmak için sokaklarda yürüttükleri sivil siyasetin meşruiyetinin tartışılamayacağını ve seçimle işbaşına gelen iktidarların bu sesleri muhatap kabul etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Halkın siyasete katılımı sadece dört yılda bir oy vermeye indirgenemez. Hükümet meşru itiraz kanallarını tıkayarak sokaktaki muhalefeti terörize etmekten vazgeçmelidir.

    Öte yandan geçmişteki zulümlerinin hesabını vermeden, seçimle işbaşına gelmiş bir hükümetin meşruiyetini tartışmaya açan ve bu tür haklı talepleri kullanarak hükümet düşürme rüyaları gören eski Kemalist muktedirlerin tutumlarının adalet talebiyle ilgili olmadığının da farkındayız. Darbe umudu veya korkusuyla yeniden dindar-laik çatışmasının yükseltilmesini kınıyor, karşılıklı kin ve nefreti körükleyerek toplumsal gerilimlere yol açanları sükunete davet ediyoruz. Gezi Parkı eylemlerini fırsat bilerek başörtülü kadınları tacize varan davranışlar sergileyenleri lanetliyor ve bu olayların siyasi tartışmalarda suistimal edilmesini de doğru bulmuyoruz.

    Gezi Parkı eylemcilerinin taleplerini görmezden gelip, kamuoyu nezdinde onları ”çapulcu” olarak tanımlamak kendini memleketin sahibi gören bir kibri yansıtmaktadır. Oysa çevrenin, araçların ve dükkanların tahrip edilmesi, polisin eylemcilere sert müdahalesiyle ortaya çıktığı; polis müdahalesinin durduğu andan itibaren eylemlerin barışçıl bir yöne kaydığı da bilinmektedir.

    İktidarda bulunan kim olursa olsun, polis şiddetinin halka karşı kullanılmasını kınıyoruz. Halkın taleplerinin şiddetle bastırılmasını engelleyecek hukuki düzenlemeler acil bir şekilde yapılmalıdır. Bu ülkede henüz Kürtlerle helalleşilmedi, Alevilerle barışılmadı, işçi ve yoksulların hakkı hâlâ gözetilmiyor, iş kazalarıyla ölümler devam ediyor, birileri devlet eliyle zenginleştirilirken toplumun önemli bir kesimi yoksullaştırılıyor. Her şeyin zenginlik ve güç ekseninde değerlendirildiği, siyasal güç ve ekonomik büyümenin kutsallaştırıldığı bir siyaset dili Müslümanların ahlakını yansıtan bir dil değildir.

    Şehirdeki yaşam alanlarına devletin keyfi müdahaleleri karşısında, öncelikle şehir yoksullarının gözetilmesi gerektiğini söylüyoruz. Aksi takdirde şehrin çeperlerine sürülen yoksullar bir gün haklarını almak için mutlaka geri geleceklerdir. Şehirdeki mekanların ıslahının tek yolu yok etme, küçümseme ve uzaklaştırma değildir. Dönüşüm, iktidarın zoru ile değil, halkın kendi yaşamını iyileştirmek için kendi iradesiyle katılabileceği süreçlerin güçlendirilmesi ile haklı ve kalıcı olacaktır.

    Biz bütün siyasi aktörlerin eylemlerini sadece adalet-zulüm eksenine bağlı kalarak değerlendireceğimizi ilan ediyor ve bu sözleri, öncelikle Müslümanlığı vazgeçilemez bir aidiyet olarak gören insanlara söylüyoruz. Ve diyoruz ki:

    Ey Müslümanlar!

    Hayatımız değişiyor. Çocuklarımıza başka bir dünya bırakacağız. Diktiğimiz AVM’ler ve tükettiklerimiz üzerinden kendini değerli bulan bir nesil inşa ediyoruz. Kibirli, bencil, ahlak ve fedakarlık duygusundan yoksun, zalim bir topluluğa dönüşmemek için sadece güç, statü ve paraya önem veren yaşam idealinden sıyrılmalıyız. Mahallemiz parçalanıyor. Artık zenginlerle fakirlerin ayrı camilerde namaz kıldığı bir topluma doğru gidiyoruz. Çocuklarınızın bir yoksula, düşküne dost ve komşu olmasını istemiyor musunuz? AVM’ler ile simgeleşen bu tüketim kültürü hepimizi, yaralarını saramayacağımız günlere sürüklüyor.

    Başbakan’ın Ağaoğlu’na nazire yaparcasına “ben istiyorum olacak” diyerek istediği kışla/AVM/rezidanslara dur diyen eylemcilere bir teşekkürü çok görmemeli, en azından bu eylemi anlamaya çalışmalıyız.

    Daha 15 yıl önce Müslümanları karalayan medyanın bütün memleketi nasıl ifsat ettiğini, nasıl iftiralar attığını unutmadık, değil mi? Bugün muhafazakar ve merkez medya aynı haber dilini başkalarına karşı kullanıyor ve toplumun belli bir kesimini terörize ediyorsa dünden bugüne ne değişti? 15 yıl önce polis gücüyle çocuklarımıza ne yapıldığını unuttuk mu? Bugün aynı polis gücü bize benzemeyen insanlara gözlerimiz önünde zulmettiğinde niçin haklı olsun? Adalet her zaman nefrete karşı ayakta tutulması gereken ilahi bir emir değil mi?

    Müslüman olmasa da komşumuza karşı sorumlu olduğumuzu unuttuk mu? Bize benzemeyen, bizim gibi düşünmeyen başkalarının hakkı da bize emanet değil mi? İktidar ve güç hesaplarıyla ya da nefretle bize zulmetmek isteyenlerin hakkını korumak da bize düşmüyor mu?

    Eğer şehri ıslah etmek istiyorsak; yok ederek, sürerek, küçümseyerek değil, bize benzemeyen insanların sofrasına oturarak, adalete emin kılarak, onların yaşam kültürlerine saygı duyarak tebliğ sorumluluğu taşıdığımızı unutmayalım. Peygamberlerin herkese güzel sözle gittiğini hatırlayalım. Başkalarının haklarına riayet etmezsek, İslam’ın ahlakımıza hakim olduğunu nasıl düşünebiliriz?

    Eğer ibadetimize, başörtümüze, mabedimize dokunulacağından korktuğumuz için, adalet ölçüsünden ayrılan yöneticileri her şartta haklı görmeye meylediyorsak bilmeliyiz ki, bir devlet ya da parti dinimizi koruyamaz. Allah’ın takdiriyle, bizi koruyacak olan sadece kendi imanımız ve adalet duygumuzdur.

    Bir zamanlar mazlum olmak şimdi bizim de zalimleşmemizi ya da zalimin yanında yer almamızı gerektirmiyor! Tam aksine, başkalarının acı, korku ve taleplerine değer vermek herkesten önce bizim sorumluluğumuzdur. Yaşanan acılar hepimize aittir. Bu nedenle olaylar esnasında hayatını kaybeden Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Mustafa Sarı ve beyin ölümü gerçekleşen Ethem Sarısülük’e Allah’tan rahmet diliyor, ismini bilmediğimiz yüzlerce yaralıya geçmiş olsun diyoruz.

    Gezi Parkı eylemcilerinin dile getirdikleri şu beş talebi meşru görüyor, bu taleplerin eylemcileri temsil eden kişilerle müzakere edilmesini istiyoruz: Gezi Parkı, park olarak kalmalı ve yapılaşmaya kapatılmalı; yaşanan şiddetin sorumluları görevden alınmalı; gösterilerde haksız yere tutuklananlar derhal serbest bırakılmalı; sivil gösterilerde gaz bombası ve benzeri materyal kullanımı yasaklanmalı; Taksim Meydanı ve benzeri mekanlar gösteri ve toplantılar için kullanıma açılmalıdır.

    Şahidi olduğumuz eylemlilik süreci göstermektedir ki, toplumun haklı taleplerine kulaklarını tıkayan ve çeşitliliğini görmezden gelen siyaset tarzı, sorun üretmeye devam etmektedir. Yine de ve her şeye rağmen, şayet insanların yaşadıkları mekanlar üzerinde karar verme hakları ve siyasi taleplerini ifade etme biçimi tehdit olarak algılanmayıp bu talepler doğru bir biçimde okunabilirse, bu süreç, Türkiye’nin daha adil ve özgür bir ülke olması için bir fırsata çevrilebilir.

    Fatma Akdokur – Cihan Aktaş – Ümit Aktaş – Hilal Alkan – Nurten Ceceli Alkan – Kamile Batur – Mehmet Bekaroğlu – Ayhan Bilgen – Osman Bostan – Ali Bulaç – Sadi Celil Cengiz – Fatma Çiftçi – Yasemin Çoban – Mehmet Bülent Deniz – Mehmet Efe – Hikmet Eren – Alper Gencer – Ömer Faruk Gergerlioğlu – Cihangir İslam – Gülnur Kara – Gülsüm Kavuncu – Mualla Kavuncu – Hüda Kaya – Kadrican Mendi – Beytullah Emrah Önce – Ali Öner – Ahmet Örs – Yıldız Ramazanoğlu – Reha Ruhavioğlu – Cüneyt Sarıyaşar – Özkan Şahin – Abdülaziz Tantik – Mehtap Toruntay – Sabiha Ünlü – Ahmet Faruk Ünsal – Fatma Bostan Ünsal – Halil İbrahim Yenigün

    http://www.emekveadalet.org/arsivler/9716

  • Değerli arkadaşlar;

    Zor ve hassas bir süreç, önemli bir konu. Söz konusu bu coğrafya olunca da bu durum değişmiyor tabi…

    Açıklamayla ilgili eleştirilere karşı tek tek birşey söyleyemem. Sonuçta ortalama kaygılar gözetilerek yazılmış bir metin, kendi adıma konuyla ilgili bir metin yazsam muhtemelen böyle birşey de olmayacaktı.

    Meseleyi şahsen nasıl değerlendirdiğimi ise şöyle anlatayım, katılırsınız ya da katılmazsınız, tercihinizdir ama burada hepimizin tartışmayı hak ve adalet kaygısıyla yürüttüğüne inanıyorum, ayrı…

    Meseleye gelince…

    Kabul etmek gerekir ki; Gezi Parkı merkezinde yaşanan gelişmeler, toplumsal çelişkiyi hiç beklenmedik anda ve şekilde ortaya dökmüştür. Benim bu süreçte dikkatimi çeken asıl nokta ise topluma karşı devletin kendi iç çelişkilerinden arınmaya devam ettiğidir. Devlet artık siyasetçisiyle, bürokratıyla, güvenlik güçleriyle, medyasıyla ve yedeğindeki diğer kuruluşlarıyla tutarlı bir beraberlik sergilemektedir. Toplumun parçalı ve parçaları birbirine karşı kutuplaşmış haline karşı gücün ve iktidarın yekpare hareket ediyor olması, geleceğimiz açısından şahsen bende tedirginlik uyandırmaktadır. Çünkü tarihi tecrübeler göstermiştir ki; “güçlü ordu, güçlü devlet” mümkünken, “güçlü devlet, güçlü toplum” şeklinde bir durum söz konusu olamamaktadır. Denetlenemez ve kendini hesap vermekten beri tutan her iktidar, zaman içinde toplumu da ezen ve ifsad eden bir kaynağa dönüşmektedir.

    Ben, böyle bir denklemde, tercihimi güçlüden değil toplumdan yana yapıyorum. Açıkçası bu tercih, Gezi Parkı sürecinde, beni o alandaki toplumsallıktan yana tavır almaya iten temel saiktir. Çünkü uzun zamandır, çeşitli vesilelerle yeni bir statükonun inşa edildiğini ifade ediyorum. Siyasal, iktisadi, sosyal ve kültürel politikalarıyla topluma değil yine devlete, faiz ve rant lobilerine hizmet eden bu sürecin, topluma sahici bir fayda sağlamadığını düşünüyorum. Bize özgürlük diye sunulmak istenen her şeyin insanın nefsini, arzularını okşayan tüketim piyasasına hizmet ettiği oranda anlam ve değer kazandığını savunuyor; böyle bir politikayı ne insani ne de İslami görüyorum.

    Gezi Parkı’na kışla görünümlü bir alışveriş merkezi inşa edilmek istenmesini de bu bağlamda oldukça sembolik kabul ediyorum. Çünkü 80’li yıllardan beri izlenen neoliberal politikalar, insani olan her şeyi ticarileştirmektedir. Rabb’imizin bizi ontolojik olarak üstün tutmadığı tabiat, bu kalkınmacı iktisat ideolojisiyle hareket eden iktidarların nefsine kurban edilmektedir. Müslümanlar olarak yıllardır buna karşı bir itiraz yükseltmemiz de başka bir eksikliğimizdir. Şimdi, bir anda karşılaştığımız son durumda böyle bir itirazı dillendirme imkânı bulmuşken, kendi iddialarımızla ve taleplerimizle ortaya çıkmak varken, niye illa ki geri durmak zorunda olalım? Başka bir ihtimal neden mümkün olmasın?

    Gezi Parkı’ndaki ya da Taksim’deki toplumsallığa bakın. Eleştirmek isterseniz oradaki insan sayısı kadar çelişki çıkacaktır. Hiç beğenmeyeceğiniz haller göreceksiniz. İnanç ve değerlerimize karşı nice terslikler de bulacaksınız. Tutarsızlıklar ve yan yana gelmişliklerin yarattığı nice zıtlık ve şaşkınlıkla karşılaşacaksınız. Geri durmak istiyorsanız, istemediğiniz kadar çok argüman üretecek toplumsal bir hal var zaten. Bunları görmüyor da değilim. Sizi bilmem ama beni yine de toplumun bu çelişkileri değil; “dediğimizi yaparız” diyen ve gece yarısı adeta muhtıra vererek “tüm gücümüzle ezeriz, geçeriz” diyen devletin, bunu hakikaten yapabiliyor olması her şeyden daha çok ürkütüyor.

    Şahsen, orada devletin açıkça ezmekle tehdit ettiği insanların hakkını, hukukunu savunmaktan yanayım. Orada, görüşlerine ve hayat tarzlarına hiç katılmadığım ve muhtemelen yarın devlet gücü kendi eline geçtiğinde bugün isyan ettiği şeylerin aynısını bana yapabilecek kimselerin olduğunun da farkındayım. Fakat şu an onların niyetiyle değil, devletin ameliyle imtihan olduğumuz kanaatindeyim. Bu sebeple, orada benim için kötülük isteyenler var diye, onlara yapılan kötülüğe sessiz kalmayı tercih etmiyorum. Son olarak, bize düşen elbette kendine değil herkese Müslüman olmak, adil bir şahitlik yapmaktır. Umulur ki, bu imtihandan bizi düşman gibi görenler de bir ders çıkarır…

  • Bu haberi okurken gerçekten üzüldüm.Doğan Hocayı yakından tanıyan biri olarak kendisinin genel başkanlığını yaptığı bir sendikanın Gezi Parkı olaylarını bu şekilde görüp yorumlası son derece üzücüdür.
    Abdullah Çolak, Şinasi ULUDOĞAN,Vedat Kat, KAYA Namık,M. Ali Yıldız ve Ali PAK kardeşlerime sonuna kadar katılıyorum.
    Eğitim İlke Sen olarak da yaşananları tüm çıplaklığıyla görerek ve bu haberi revize ederek yayınlamanızı istiyorum.

  • “Eğitim İlke-Sen olarak parkı ve ağacı savunan insanlara yapılan müdahaleyi kınıyoruz.” diye yazmışsınız. Bu nasıl bir anlayıştır? O insanların ağaçları bahane ederek neler yaptıklarını bilmiyor musunuz? Ey Eğitim İlke-Sen, “Tabiatı, hayatı ve insanı savunuyoruz” yazmışsınız ama sizin savunduğunuz insanlar; onlarca esnafın dükkanını altüst etti, onlarca masum insanın evi ve araçlarını telef ettiler. Bunlara neden ses çıkarmıyorsunuz? Hani çevreciydiniz? Hani insanları savunuyordunuz? Muhalefet edilecekse düzgün bir üslup ile edilmeli. İktidarın eleştirilecek yanları varsa çıkar eleştirirsiniz fakat sizin anlayışınız iktidara her fırsatta çelme takmaksa bir parti kurun daha iyi. Bu anlayışınızı tasvip etmiyorum…

  • S.A
    Abdestli kapitalistler sömürünün en kralını yapıp birde devlet kibriyle karşımıza çıkıp Roboski için bir Özür bile dilemez ama Beyaz Türkler ayaklandı diye hemen devlet özrü gelir.Bürokrasi ve siyaset ekseninde en ufak bir istifa bile yaşanmayan faili malum bir vakadır ROBOSKİ. Anlaşılan beyaz Türk ve zenci Kürdün kanının hala eşit sayılmadığı bir coğrafyaya burası.İslam kardeşliğine olan inancımıza gölge düşüren bu AKP zihniyeti şimdi beyaz türkler ayaklandı diye özür diliyor.Taş atan Kürtler terörist beyaz Türk ise aktivist oluyor. Kürtlerin kendi devletini kurması ve Türk hegemonyasından kurtulması artık bir haktır.İslami kimlik taşıyanların bile tekçi zihniyeti benimsemiş olması İslam kardeşliğini aslında benimsemediklerini ortaya koymaktadır. İktidarları için koltukları için kılıf ta değiştiriler gömlekte.Kürdistan halkının EN TEMEL FİTRİ hakları elinden alınmışken iktidarın ucu biraz beyaz Türke dokundu diye çıkan yaygaraya bak..uzaktan oturup keyifle izleyelim mi yoksa halimize mi oturup üzülelimm mi..

  • M. Ali Yıldız

    Eylemleri, parkları ve ağaçları savunanların iktidar tarafından zor ve şiddet kullanılarak püskürtülmesi olarak yorumlamak kabul edilemez olduğu gibi, 3-5 ağacın kesilmesinden kapitalizm eleştirisine varmak da makul değil. Başbakanın üslubunu eleştirmek “eylemcilerden taraf” olmayı gerektirmediği gibi, demokratik tepki kılıfıyla eylemcilerin yağmacı ve dengesiz hareketlerini eleştirmek de “AKP’den taraf olmak” demek değildir.

    Bahane üreterek 80’li yılların ortamını yaratma hevesi ne zamandan beridir devrimci duruş oldu. Sesi soluğu anca kısmen kesilmiş olan askerin elini güçlendirmek midir bunların özgürlükten anladıkları?

    Başbakanın üslubu, sert ve “ne olusa olsun”cu tavrı eleştirilmelidir elbet ama Kemalistlerle ya da CHP ve Ergenekon zihniyetiyle kol kola hareket görüntüsü bile vermemek gerek. Hakkı ifade ederken bile onlarla aynı dilin kullanılmasından kaçınılmalı, kaçınılabilir de.

    Polis Doğu’da çocuk kolu kırarken, binlerce eylemci joplanırken, dükkanını kapamaya çalışan esnaf polis tarafından dövülerek öldürülürken, binlerce insan işkencelerden geçirilip öldürülürken nerdeydi bu ağaç sevdalısı eylemciler? Kemalist haktan bihaber olandır, hak aramayı kemalist bir zihniyette aramak ise ancak bir akıl tutulması olabilir.

    Sendikanın açıklamasını tek taraflı ve haksızları haklı gibi gösteren bir açıklama olarak görüyor ve katılmadığımı ifade etmek istiyorum.

  • Talan ve küresel kapitalizme esir olan iktidar zihniyeti Müslümanların oyunu alarak hem kitleye karşı yanlış yapmış hem de tüm eylemcileri aynı kefeye oturtarak zulmetmiştir. Kendini kurtarmak için %50’yi zor tutuyorum diyerek Müslüman kitleyi günaha ortak etmek, ben merkezli bakışın son noktasıdır. Müslüman olarak küresel kapitalizmin AVM mabedlerine karşı duruyorum ve rekabetçi ekonomi yerine büyük mülkiyette paylaşımcı / komünal ilişkilere dayalı çok ortaklı ekonomiyi savunuyorum. Ebu Zer bugün olsaydı çağın Muaviyelerine aynı çıkışı yapmaz mıydı. Ebu Zer yoksa da çağın Ebu Zerleri abdestli kapitalistlere karşı durmanın onurlu çıkışını göstererek haklılıklarını ortaya koymaktan çekinmemelidir. Yıllardır anayasa değişikliği, türban serbestliği..masallarıyla oy devşiren zihniyet Müslüman halkları küresel sermayenin taşeronluğuna park ettirerek yanlışına yanlış ilave etmiştir. Oylarımız ne kadar değerliyse eylemlerimiz de o kadar değerli olmak zorundadır. Bu arada işi fırsat bilerek Kemalizm ideolojisi ve ulusalcılık fırsatçılığı yapanlara da Müsülmanca duruş sergilenmelidir. Zira kapitalizme abdest aldıranlara ne kadar karşıysam İslam’ı dışlayan ve Müslüman kimliğine taahmmül edemeyen jakoben zihniyet taraftarlarına da aynı derecede muhalifim. Kim ki barış, adalet, eşitlik, merhamet ve toplumun bölünmez bütünlüğüne toptan saygı içindeyse yürekten kardeşimdir. Kim ki karşıysa hasmımdır. Ne mutlu adalet ve tevhide iman edenlere!..

  • Vedat Kat

    Merhaba
    Bu eylemin basit bir ağacı koruma olmadığı sonradan anlaşıldı.Masum bir kaç çevrecinin eylemi bazı radikal sol örgütler ve ulusalcıların müdahaleleriyle amacından saptırılıp bir isyan hareketine dönüştürüldü.Çevreciyiz diyenlerin yaptığı çevreye verdiği tahribat tam 20 Milyon TL civarında.Yazık değilmi? Özellikle bir camiyi işgal edip orada içki içip kutuları atmaları da ayrı bir rezalet.Koç grubunun tavrı ve Doğan medyasının kışkırtıcı yayınları ve sosyal medyada dolaşan onlarca yalan habere ne demeli? Galiba dış küresel güçler T.Erdoğan’ı düşürmek için düğmeye bastılar.Bu olayın arkasında maddi destek veren 3 büyük iş adamı var,birisi çok zengin bir aile.Bunları görmezlikten gelerek açıklama yapılması insanı hayal kırıklığına uğratıyor.

  • Eğitim ilke senin değerli yöneticisi kardeşlerime,tüm insanlara ve Aydın Eğitim İlke Senli kardeşlerime! Taksimin hangi doğallığından bahsediyorsunuz. oranın neresi doğal söylermisiniz… Bahis konusu İslam olunca her türlü İslam düşmanının toplandığı Allah’a masiyette, isyanda küfür ve tuğyanda sınır tanınmayan bir yerin neresi doğaldırrrr. Allah’ın arzında Allah’a savaş açanların Rabblerine bol bol meydan okunduğu yerin adıdır. Taksimm. Akp ye vurma uğruna islamın en kutsallarına kişilik hak ve hukukuna sınır tanımadan saldıran bu azgın guruhun savunduğu doğal ortamı korumakmıdır. Yoksa Akp yi sebep kılarak İslama savaş açmakmıdır. Bu guruh Refah yol hükümeti dönemindede iş başında idi.. Uyanık olun ey Müslümanlar Akp ye olan kızgınlığınız yada düşmanlığınız sizi aşırılığa itmesin. Buradan hükümete ve polisede sesleniyorum .Sizlerde orantısız güç kullanmaktan ve ben yaptım oldudan vaz geçin artık. Her kes için adalet herkes için özgürlük…

  • açıkçası olay yakından takip edilecek kadar açık… park ve ağacı savunan eylemcilerin belki de bu vesileyle avm ve forum lardan ilk kez çıktıklarına şahit olduk (sokağa çıkışlarından, camiye girişlerine kadar ortada)… biz eylemci arkadaşların ağaç sevgisini yılbaşlarından biliriz… şair der ki: “içinden gemiler gitmeyen adamın derya olduğuna asla inanmam”… hayatı avm/tüketim olmuş bu insanları bize atölye/üretici olarak göstermeyin… lütfen…

Yorumlar kapatıldı.