Eğitim YazılarıManşet

Milli Eğitim Şurası ile nereye?

2014_1210_sura

19. Milli Eğitim Şurası geride kaldı. Şura, daha çok sansasyon etkisi uyandırsın diye yapılmış olduğunu düşündüğüm bazı tekliflerle gündeme geldiği için, eğitim meselesini konuşma, doğru düzgün bir eğitim tartışması yapma imkanı bir kez daha kaçırıldı. Belki de istenen budur; eğitim meselesini ciddi şekilde tartışılmaktan kaçırarak, olan bitenin devamını sağlamak!

Biz yine de ne olup bittiğini düşünelim ve konuyu anlamak için, ilk olarak açılış gününde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasına bakalım:  Cumhurbaşkanı Erdoğan, şuranın yapıldığı şehir olan Antalya’nın hem küresel ekonomiyle ilgili hem de eğitimle ilgili iki ayrı toplantıya ev sahipliği yaptığına dikkat çekti. Bu detay, aslında eğitim sisteminin de küresel kapitalist ekonomiye entegre edilme sürecinden geçtiğimiz düşünüldüğünde dikkate değer bir anlam ifade ediyordu.

Erdoğan’ın dikkat çeken bir diğer cümlesi de, “Eğitimi tam da olması gerektiği gibi özgürlükle buluşturduk.” şeklinde idi. Sanıyorum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “özgürlük” anlayışı, yalnızca kendisi gibi ya da kendisine tabi olanlar için sınırlı kaldığından, başörtüsü yasağının ve katsayı engelinin kaldırılması gibi doğru bir iki adım ile eğitimin özgürlükle buluştuğu iddiasında rahatlıkla bulunabiliyor. Oysa eğitim, hâlâ baskıcı, yasakçı ve dayatmacı anlayışla devam ediyor. Tam da bu noktada, Şura’dan sonra epey gündem teşkil eden “zorunlu Osmanlıca dersi” tartışması bağlamında verdiği “isteseler de istemeseler de” şeklindeki tepkiyi hatırlamakta fayda var.

Yine eğitimdeki özgürleşme bahsinde çok önemli iki meseleye atıf yaparak, mezkur iddianın doğruluğunu sorgulayabiliriz; anadilde eğitim ve zorunlu din kültürü dersleri.

Birincisi, anadilde, özelde Kürtçe eğitim; biliyorsunuz buradaki sorun devam ediyor. Konuyla ilgili tüm propagandalara rağmen, Kürtçe eğitimin önündeki engeller kaldırılmış değil. “Çözüm” diye sunulan ise “özel okullarda sadece birkaç dersin Kürtçe verilmesi”nden ibaret, fazlası değil. Oysa seçmeli bir iki dersle çözülebilecek bir mesele değil söz konusu olan.

İkincisi de, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmaması. Bırakın 12 eylül darbe yönetiminin mirası olan bu dersin zorunluluğunun kaldırılması, bilakis uygulama alanı daha da genişletilmek isteniyor. Bir yandan Aleviliğin, öğretim programlarındaki ağırlığının arttırılmasını engelleyip, diğer yandan mevcut sorunu derinleştirecek teklifler sunmak gerçekten tam bir tutarsızlıktı.  

İlki Kürt, ikincisi ise Alevi kamuoyunun toplumsal bir talebi olmasına rağmen, 19. Milli Eğitim Şurası’nda bu konularda hiçbir özgürlükçü karar alınmaması elbette ibret vericidir. Bu sebeple, cumhurbaşkanının “Eğitimin insan formatlama aracı olarak kullanılmasına bizim tahammülümüz olamaz.” şeklindeki iddiası da geçersiz kalıyor.

Kabul edelim ki, AK Parti iktidarı, bir yandan eğitimi kendi kültürel kodlarıyla yeniden üretmenin, diğer yandan da eğitim sistemini piyasalaştırarak, aslında Amerikanvari bir muhafazakârlığı inşa etmenin peşinde.  Demek ki, “eski” ile “yeni” Türkiye arasında, eğitime biçilen rolün özü bakımından bir farklılık yok, sadece Kemalist kabuğun yerine muhafazakârlık kabuğu alıyor, o kadar.

19. Milli Eğitim Şurası’da gündeme gelen ve medyanın da üzerine mercek tutarak abarttığı ve dolayısıyla, her meselede olduğu gibi bu konuda da, sağlıklı bir zeminde konuşamadığımız teklifler de, aslında bu kabuk değişimine ilişkindi.

Tutarsızlıklar, çelişkiler, abartılar ve şovlarla gündeme gelen bir şuraydı.

Şuranın bu hale gelmesinde yetkili sendika Eğitim-Bir-Sen’in katkısı da göz ardı edilmemeli.

AK Parti iktidarının sendikal aygıtına dönüşmüş mezkur sendika, özellikle son toplu görüşmelerde emeğin, emekçinin hakkını layıkıyla savunamayarak, okul yöneticileriyle ilgili atamalarda ise tamamen adam kayırmacılığın, torpilciliğin, kapalı kapılar ardında liste savaşlarının önünü açarak ve kendisini bunun mekanına dönüştürerek; kaybetmiş olduğu ahlakiliği, ahlakçı ve yalnızca destek verdiği siyasi partiye ve onun tabanına seslenen talepleriyle, gözden kaçırmaya çalışmıştır. Ama her ne yaparsa yapsın, adının ve sendikal anlayışının, bundan sonra adının çiğnediği ahlaki ilkelerle, yok saydığı değerlerle birlikte anılması söz konusu olmayacaktır. Çünkü bazı şeyler vardır ki, ne “yetki” ile ne de “atama” ile elde edilebilir; dürüstlük gibi… Bu meseleyi şimdilik bir kenara bırakalım, basiret sahibi herkes için olan biten her şey yeterince ortada…

Şura konusunu tartışmaya devam edelim. Çünkü eğitim meselesi önemli. Mevcut eğitimle daha fazla yol alamayacağımız ortada. Son Milli Eğitim Şurası ile de pek yol alınamadığı ortada.

Beytullah Önce

Eğitim İlke-Sen, MYK üyesi