AçıklamalarımızManşet

Müfredat Taslağı Yeni Sıfatını Hak Etmiyor

Milli Eğitim Bakanlığının yeni müfredat taslağının temelindeki motivasyon kapitalizmin 12 Eylülcü Türk-İslam sentezcisi ruhudur. Müfredat incelendiğinde bu ruh açıkça görülmektedir.

14.09.2011 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan KHK ile MEB’in görevi şu şekilde belirlenmişti: “Okul öncesi, ilk ve orta öğretim çağındaki öğrencileri bedenî, zihnî, ahlakî, manevî, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek.”

Bu düzenleme, bugünkü müfredat taslağının temelini oluşturmaktadır. Küreselleşmeci ve rekabetçi ekonomiye uygun nesillerin bu müfredat aracılığıyla, din diliyle tonlandırılmış 12 Eylül ruhunun motivasyonuyla yetiştirilmek istendiği açıkça görülebilir.

Öncelikle müfredat taslağında Türk-İslam sentezinin dışavurumunun kendini gösterdiği aşikârdır. Klasik ulus-millet-vatan-Türk ve Türk kültürü vurguları dikkat çekmektedir.

Müfredat taslağında sürekli olarak Türk Milli Eğitiminin amaçlarına gönderme yapılmaktadır, o amaçların ruhu da Atatürkçülük, bilimsellik, milli-manevi değerler vurgusuyla devlete karşı sorumluluk bilincinin inşasıdır.

Bazı laik ve Atatürkçü çevrelerin müfredat taslağında Atatürk’ün dışlandığı iddiası gerçeklerin tartışılmasını engellemektedir. Hem İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük dersi korunmakta, hem de klasik Atatürk yüceltisi aynen sürdürülmektedir.  Rol modeller olarak Atatürk ile Hz. Muhammed’in arasında gidip gelen ve dönemsel olarak renk ve ton farklarının öne çıktığı müfredat, bahsettiğimiz gibi Türk-İslam sentezine uygun bir çerçeveye oturmaktadır.

“Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi” dersinin müfredatında da görebileceğimiz ve Alman ideologlarından alınmış hissini veren şu ifadeler tekrar “yüce, ulu ve hakikatin membaı aşkın devlet” inancına güçlü bir gönderme yapmakta; kişiyi ezmektedir:  “Öğretmen, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumlulukları yerine getirmede yol gösterici…” “Devlet mi-insan mı” şeklinde cereyan eden klasik tartışma bu ifadelerle kesin olarak nihayetlendirilmiş görünmektedir.

Müfredat taslağındaki din eğitimiyle ilgili bahiste ilginç detaylar yer almaktadır. Türk-İslam sentezinin yanı sıra kaynak ve yönelim olarak iktidar bileşenlerinin yansıması görülmektedir. Müfredatta Zemahşerî tefsiri de, Mahmut Ustaosmanoğlu tefsiri de, Bayraktar Bayraklı tefsiri de var. Ancak bütün meselelerin en üstünde olmak üzere Ehl-i Sünnetin esas alınacağına dair mezhepçi vurgular ihmal edilmemiştir ki bu da mevcut siyasal yönelime muvafık bir tercih olarak görülmektedir.

Son dönemdeki farklı İslami çevrelerin yürüttüğü tartışmaların yansımaları da müfredatta karşımıza çıkmaktadır. Kur’an-Sünnet-Hadis merkezli tartışmalara hassasiyetle yaklaşılmaya gayret edildiği, bu tartışmaların milli-siyasi bütünlüğe halel getirmesinin önüne geçilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.

Müfredatın arka planını oluşturan etkenlerden biri olan “Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi (TYÇ)” ithal olup “Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi” ile uyumlu olacak şekilde düzenlenmiştir.  Türkiye, “Hayat Boyu Öğrenme İçin Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi” işbirliğine katılımda bulunan ülkeler arasındadır. Hayat boyu öğrenme için sekiz anahtar sayılmıştır ve bunlardan biri  “girişimcilik ve inisiyatif alma”dır. TYÇ’nin “iş piyasası için daha nitelikli iş gücüyle gelen bir katma değer” olduğu vurgulanmıştır. Referansta bulunulan bütün Ulusal Yeterlilik Çerçevelerinin ortak hedefi iş piyasası ile daha yakın ilişkiler kurmaktır.

Görüldüğü üzere müfredat taslakları neoliberal politikalar gözetilerek hazırlanmıştır. Aynı şekilde kazanım olarak belirtilen rekabet, risk alma vs. ekonomi alanına aittir.

Türkiye Yeterlilikler Çerçevesindeki şu ifadeler yeni müfredatın kapitalist tarafının zeminini oluşturmaktadır. Bu kapitalist programın güdüleyici unsurlarına ise yukarıda temas edilmiştir: “Toplumdaki tüm bireylerin eğitim ve öğretim gereksinimlerini hayat boyu öğrenme olanakları ile destekleyecek, iş piyasasının gereksinim duyduğu yeterliliklerin geliştirilmesini sağlayacak ve Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi ile uyumlu Türkiye Yeterlilikler Çerçevesinin hazırlanması için yoğun çaba sarf edilmiştir.”

Türkiye Yeterlikler Çerçevesinde yer alan “anadilde iletişim” ile  “kültürel farkındalık” yeterliliklerine rağmen ana dil olarak salt Türkçe algılanmakta, diğer dil ve kültürler baskılanmakta ve dışlanmaktadır. Mesela Kürtçe eğitim ve öğretimiyle ilgili açılan bölümler, üretilen materyaller ortada duruyorken anadilde eğitimi dışlayan bir anlayışın ortaya koyduğu müfredat kabul edilemez. Milyonlarca insanı en tabii hakkından mahrum eden çerçeveler adil ve hakkaniyetli değildir, ne kadar güzel ifadelerle süslenirse süslensinler… Bu manada müfredat taslakları öncekiler gibi çelişkilerle doludur.

2004 yılında da MEB, yabancı SPAN Eğitim Danışmanlık Şirketi ile çalışarak eğitimde devrim yaptığını ilan etmişti. “Yeni, reform, devrim” sözcükleriyle cilalanan benzer süreçlerin kendini tekrar etmeye çalıştığına tanık oluyoruz.

Başarıyı ululayan, hakikat kaygısından uzak, iman meselelerini resmi ideolojiye payanda kılan ve zorunlu eğitim dayatmasıyla hayat bulmaya çalışan bir çerçevenin “yeni” sıfatını hak edecek bir özelliği olamaz.

Önceki programlarda da, bu programda da kazanım, amaç, araç bahislerinde tekil olarak elbette güzel, ufuk açıcı maddeler, izahlar var. Ancak hakikat arayışı yerine ideolojik ve kapitalist çerçeve korunup öncelendiği için müspet tespitler de eriyip gitmektedir.

EĞİTİM İLKE-SEN YÖNETİM KURULU