Ayşenur NarboğaYazılarımız

Devletin gölgesinde din eğitimi

Kuruluşunun 100. yılı münasebetiyle 23-24 Kasım tarihlerinde düzenlenen uluslararası imam hatip sempozyumu vesilesiyle Türkiye’de imam hatip olgusu ve din eğitimi sorunları tartışıldı. Dershanelerin kapatılması ile gündeme gelen eğitim sorunlarımızın bir boyutu da kuşkusuz din eğitimidir. Ancak hükümet bu konuda sadece dershanelerin mahiyetinin tartışıldığı bir alan açarak bütünü görmekten uzak kısır bir politika izlemektedir.

Eğitim meselesi hiçbir zaman iktidar ilişkilerinden ayrı ele alınamaz. Eğitim süreci devlet ideolojisine uygun ve itaatkar insanlar yetiştirme mantığı ile işler. Bu eğitim sürecine dahil olan şahıslar tek tek şahsi özelliklerine göre eğitim görmeyip topyekun bir muameleye maruz kalırlar. Okullar bir nevi kamusal alana açılmanın ilk adımı olarak görülürse henüz çocuk yaşta devlet tarafından bu kamusal alan katılımcılarının nasıl olmaları gerektiği belirlenir ve zorunlu hale getirilir. Eğitim alanları devletin sosyal, siyaset, ekonomik, askeri ve dini tüm meşruiyetinin ezberletildiği alanlardır ve toplumsal hayatı şekillendirir; bu toplumsal hayat eğitim vesile ile siyasal iktidara direkt ulaşır.

Tüm bu tek tip vatandaş yetiştirme programları içerisinde din eğitiminin ayrı bir önemi var. Çünkü en az eğitim-iktidar ilişkisi kadar güçlü bir ilişkisi var dinin devlet ile. Devletin din gibi toplum nezdinde büyük öneme sahip bir kurumu kontrol altına almak istemesi uyumlu vatandaş yetiştirmek için geçerli bir akçedir. İmam hatip okulları da kuruluşlarından beri gönüllü ya da gönülsüz bu amaca hizmet etmiştir. Peki gelinen noktada, yıl 2013 olmuşken, neoliberal dönüşümler hızla artarken ve muhafazakar bir iktidarın mevcudiyeti söz konusu iken genelde din eğitimi özelde imam hatip okulları için ne söyleyebiliriz?

Bu meseleyi en başından konuşursak bu kurumların ontolojik açıdan taşıdığı birkaç sıkıntıya değinmemiz gerekir. İslam’da bir din adamları sınıfı yokken bu kurumların bir din adamı kadrosu oluşturduğu, mevcut din eğitim ve öğretiminin tek bir mezhebe/anlayışa indirgenerek bunun dışında kalan yorumların adeta yok sayıldığı, devletin miktarına karar verdiği din eğitimi ile oluşturulan itaat kültürünün en çok kadınları etkilediği, dini öğretelim derken tam tersine dinin özünden uzaklaşıldığı, dinin bir “kültür ve ahlak bilgisi” şeklinde algılatılıp düz okullarda iki derslik bir müfredatın olması şeklinde bir dizi sorun da önümüzde duruyor. Üstelik tevhid-i tedrisat yasasına dayanarak açılmış bu okullar sahip oldukları farklılıklara rağmen halen eğitimde birlik çerçevesinden çıkıp alternatif ve sivil bir eğitime yüzde yüz ulaşamamıştır. Mensup ya da mezunlarının heterojen bir görünüm kazandığı bu okulları laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle tartışmak yerine tevhidi tedrisatın varlığını konuşmak daha sahici bir yaklaşım olacaktır. Böylece alternatif din eğitimi kurumları olası tüm olumsuz sonuçlarına ve öngörülen tüm sancılara rağmen zaruridir diyebiliriz.

Kabul etmemiz gereken diğer bir mesele de imam hatip öğrencilerinin ağabeylerinden/ablalarından farklı olarak bireysel akla olan güvenleri nedeniyle “özneleşme” süreçlerini kuvvetli yaşadıklarıdır. Bu durum modernizmin getirisi olan bireyselliği imam hatiplerde de yükselttiği gibi neoliberal ekonomilerin dayatması olan bireyciliği de körüklemektedir. Dolayısıyla manevi ve ahlaki gelişmeyi değil mezuniyetinin ardından kariyer sahibi olarak kamusal alanda görünür olmayı önceleyen gençleri var bu okulların. “Örtük sekülerleşme” olarak adlandırabileceğimiz bu durum imam hatip gençlerinin küresel imajları önemsediğini de gösterir. Küresel eko-politik alana bir alternatif oluşturması gereken “din” alanı da imam hatip okulları eliyle maalesef itibarsızlaştırılan bir alana dönüyor.

İktidarın muhafazakar söylemleri ve dindar gençlik yetiştirme projeleri iktidara bağlı belediye ve eğitim müdürlükleri tarafından hemen uygulamaya konduğundan imam hatip ortaokul ve lise sayılarında ciddi bir artış başlamıştır. Günümüzde kayıt patlaması yaşanan bu okullar için bir zamanlar söylenen “iktidarın arka bahçesi” tabiri sanki hala geçerliliğini koruyor. Tüm yetersizliklerine rağmen halk mevcut diğer okulların aksine dini bilgisi ve ahlaki seviyesi artması niyetiyle çocuklarını bu okullarla gönderiyor. Türkiye’de hızla yükselen okullaşma sorunu, binaların çokluğu ama eğitimin kalitesizliği yüzünden zaten eleştiri alıyor. Bu eleştirilere bir de imam hatip okulları dahil oluyor çünkü bir dönemin itibarsızlaştırılan okulları iktidar eliyle(!) yeniden itibar kazanıyor. Oysa ne müfredat gerekli ve yeterli şekilde hazırlanıyor ne de bu okullarda ders veren öğretmenlerde yeterli bilgi düzeyi var.

Eğitim İlke-Sen zaten yukarıda kısmen değindiğimiz sorunların bir an önce giderilmesi ve eğitiminin devlet tekelinden kurtulması gerektiği sıklıkla ifade ediyor.

Eğitimde (din eğimi dahil) sivilleşmeye gidilmesi bir başka açıdan da dernek, vakıf veya medrese eliyle yürütülen din eğitimi ve öğretimi faaliyetlerinin olması gereken alanlara taşınması ayrıca “merdiven altı”nda seyreden eğitim faaliyetlerinin de sorun olmaktan çıkması anlamına gelmektedir.

AYŞENUR NARBOĞA

İHL MESLEK DERSLERİ ÖĞRETMENİ